Kendine Anlatamadıkların
Uzun zamandır yazı yazmadığımı fark ettim. Bu sessizliğe bir son vermek gerekiyordu. Hazırsanız başlayalım. İyi okumalar.
Bazen en zor olan başkasına değil, kendine karşı dürüst olmaktır. Sabah aynaya baktığında baş başa kaldığın kişiyle yüzleşmek, geceleri sessizliğin sesi olan düşüncelerle baş başa kalmak…
Kendine bile itiraf edemediğin duygular vardır. Bastırılmış korkular, yarım kalmış cümleler ve hiç başlamamış hikayeler. Bazen en derin sırlar, en yakın olduğun kişiden, kendinden saklanır. Herkese karşı dürüst olursun, düşüncelerini söylersin, duygularını paylaşırsın… Ama aynaya baktığında gördüğün kişiye karşı bu kadar dürüst olamazsın. Çünkü bazı durumlar vardır, hata yaptığını, yanlış olduğunu bilirsin ama bununla yüzleşip kendini zayıf duruma sokmak istemezsin. İtiraf edemezsin kendine bildiklerini. Zoruna gider belki ama o kelimeleri kendine söylemeye cesaret edemezsin.
Sabah kalkarsın, beyin zaten 5 dakika diye sana yalvarıyor ama bedenin kalkmak zorunda. O sıra çok düşünce geçmez aklından. Çalışmak zorundasın ve birisine bağlı olarak maaş aldığın bir iştesin. Yani başkalarını zengin etmek için kendinden ödün veriyorsun. Bu bir ihtiyaç değil bu bir zorunluluk. Gün içinde her şeyi otomatik yaşıyorsun. Yüzünde bir ifade ama sen bile tanımıyorsun onu. Gülüyor musun? Yorgun musun? Canın mı sıkkın ya da hasta mısın? Bilmiyorsun. Asıl sorun da budur işte, sadece susuyorsun. Duygularını değil, işlerini öncelik haline getirmişsin. Mutluluğu değil de mecburiyetleri seçiyorsun. Çünkü mutluluğu seçersen, mecburiyetleri yaşayacak gücü kaybedeceksin. Ve günün sonunda yatağa uzandığında “Ben bugün ne hissettim?” sorusunu bile soramıyorsun kendine. Çünkü hiçbir cevap çıkmıyor ya da zoruna gittiği için çıkmasın diye susuyorsun. Sabah kalkıp, akşam eve geliyorsun ve yorgun bir şekilde yemeğini yiyip ya da yemeden direkt yatmak zorunda olduğunu biliyorsun. Çünkü, yorgunsun… Belki de yorulmamızın asıl sebebi beden değil, her şeyi taşıyormuş gibi davranmak…
Herkesin yükü var diyorsun ama kimse seninkini omuzlamıyor. Belki istemeyerek gülüyorsun, belki değer verdiğinden dinlemeye çalışıyorsun ve en önemlisi destek oluyorsun. Gel gör ki birisi de çıkıp sana “Sen nasılsın?” diye sorsa, cevabını kendinde bilmiyorsun. Çünkü güçlü olmaya çalışmaktan, düşünmeyi, düşünemezken de hissetmeyi unutmuşsun. Ama o güç seni de yormaya başlamış. Bazen kendine bile söyleyemediğin şeyler var ya… İşte en ağır yük oluyor. O halde… Sevmek mi?
Bazen de çok değer verdiğin birisini kırıyorsun… Anneni, babanı, kardeşini veya bir dostunu. Bilerek ya da bilmeyerek. Biliyorsun ki ertesi sabah kalktığında her şey eski haline gelecek. Ama bir sabah hiçbir şey yok gibi gözünü açtığında, o değer verdiğin insan sessizce hayatından çıkmış... O an, içinden bir “özür dilerim” geçiyor ama dudakların kıpırdamıyor... Çünkü artık o cümleyi duyacak biri yok. Oysa sen susarken, içinde bir şeyler bağırıyordu. Geç kalmanın ağırlığı başka hiçbir duyguya benzemiyor. O gecikmişliğin yükü, ne özürle hafifliyor ne zamanla unutuluyor. Ne zaman geri alabiliyorsun, ne de kalbini bırakabildiğin o insana yeniden dokunabiliyorsun. Bir ses, bir bakış, bir sarılma… Hepsi eksik kalıyor. Sadece susuyorsun. Ve içinde bir “özür dilerim” büyüyor, söyleyemediğin her gün biraz daha ağırlaşıyor. Kalbimizin varlığını unutup hayat telaşına dalmışken, sevmek kelimesinin ne olduğunu unutur hale geldik. Çünkü insanlara sevgiyle değil, hatta mecburiyetten saygıyla yaklaşıp, kendini saygılı olmaya şartladığın için de sevmek duygunu bastırıp adeta körelttik. Birisine özledim bile diyemiyorsun. Sarılmak bile zayıflık göstergesi olmuş. İçinden gelmiyor mu? Gizli gizli geliyor ama duygularını bastırmaya o kadar alışmışsın ki sarılırsan zayıf gözükmekten korkuyorsun. Adeta insanlarla aranda gizli bir sınır çizgisi var gibi. O çizgiyi aşarsan suçlu olacaksın sanki…
Her şeyi anlatamıyorsun, kendine bile… Ama fark etmek bile bir başlangıç değil midir? Sevmeyi unuttuğun halde bile içinde bir şeyler kıpırdıyorsa, yaşadığını fark ediyorsun. Ve bazen… En gerçek cümleler, en uzun suskunluklardan sonra gelir.
Belki de bu satırlar, kendime yazdığım ama sizin okuyabildiğiniz bir mektuptu.
Yorumlar
0 Yorum
Yorum Yap
Aşağıdaki bilgileri doldurarak yorum bırakabilirsiniz.